KALEMİ ÖPEN İNSAN: SAİT FAİK
… ‘Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. .Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neyime gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye kâğıt, kalem aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.’
Sait Faik Abasıyanık
Haritada Bir Nokta
Kalemini öpen bir yazardır o… Kalemin kutsallığını, kelimenin değerini bilerek hepimize öğretendir.
Şiirleri doğanın ortasında nefes alıp veren, insan doğasının o yalın halini özleyen bir yüreğin yalnızlığıdır: ‘Çıplak heykeller yapmalıyım, çırılçıplak heykeller’ diye başkaldırır Şimdi Sevişme Vakti’nde. Bu muhteşem şiirin son dizeleri, yurdunun insanına içten bir yakarıştır:
…
Bir kere duyursam hele
güzelliğini, tadını,
Sonra oturup hüngür hüngür
ağlasam
Boş geçirdiğim bağırmadığım
sustuğum günlere
Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı
boyacı çocuğunun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan’dan
Orhan Veli’den
Yunus’tan, Yunus’tan…
Büyük bir yazardır Sait Faik; her öyküsünde, insana dair olanı bize yorulmadan anlatan, insanı ve onun iç dünyasını ince bir duyarlılıkla yansıtan bir şair, öykücü ve romancı.
Eleştirmen Vedat Günyol Sait Faik’i tıpkı Çehov gibi ‘içe dönük bir hikâyeci’ olarak tanımlar. Doğrudur. Yazım anlayışı Çehov’un dünyasıyla paraleldir Sait Faik’in; insanı içine alarak yazar.
Bana kalırsa, Türkiye’nin Çehov’udur Sait Faik. Ya da Çehov Rusya’nın Sait Faik’idir.
Yalın insanın; her gün sokakta gördüğümüz, işinden dönen, omuzları çökmüş bir aile babasının paltosunun içindekileri gösterir bize yalın bir dille. Eve gidince ne yapar bu insanlar; boyacılar, balıkçılar, işportacılar… Kendini onların üstünde bir yere koymadan, sanki evlerinin içine çağrılı bir konukmuşçasına konuşur o sıradan insanlarla. Kurgu, bu insanların iç dünyasının, düşlerinin, gerçeklerinin, yalanlarının ortasından çıkar.
O, insanı anlatmak için kurgular, kurgu için insanı kullanmaz
Bizi de davet eder, katılmaya çağırır bu insanları sevmeye o evlere, o odalara. Onun önce insan olan o kocaman yüreği bilir ki: Bir insanı sevmekle başlar her şey…
Bu cümlesinde, bir insanı sevmenin ne denli zor olduğunun kuvvetle altını çizer aslında. Şu bildiğimiz insanı sevmek öylesine zordur ki bunu başardığımızda, gerçek bir insana gerçekten yüreğimizle dokunduğumuzda başlar her şey. Belki de Sait Faik’in bütün yaşamının açık anlatımı budur.
Bir insanı sevmekle başlayan şey, bizi her insana varabilmenin yolcusu yapar. Orada, yargılayan ve yargılanan yoktur. İnsan vardır sadece: O bildiğimiz insan.
Bir martıyı tanıyıp sevdiğimizde, toprağa inançla domates eken o çatlak, kocaman sabırlı insan elini tanıdığımızda ve sevgiyle dokunduğumuzda kendimizi tanıyıp sevebilmenin mümkün olduğunu söyler her öyküsünde. Öylesine korkusuz yaklaşır ki insanın iç dünyasına, onun öykü kahramanlarının düşüncelerine ve davranışlarına katılmasak da insani durumlarına sevecenlikle yaklaştırır bizi. Onun işaret ettiği bu gerçek; evrensel bir istektir. Sait Faik’i büyük yazar yapan öncelikle bu dünya görüşüdür
Öykü kahramanları, yüceltilmiş, sıra dışı insanlar değil, olduğu gibi, olumlu olumsuz yanlarıyla, yaşama direnen, yenilen ve yenebilen sıradan insanlardır. Sokaktaki insanın kahramanca diyeceğimiz küçücük eylemlerinin ne denli değerli olduğunu fark ettirir bize. Tıpkı taşı delen, ısrarlı su damlası gibi…
İnsan sevgisi gerçek değerini ve anlamını bulur onun öykülerinde. Sinağrit Baba, hayatın bütün sürprizlerini bilen, insanı bir bakışta tanıyan bir yetişkinin ölümünü kendisine sunacak kişilikli bir misinayı, yine kendi seçmeye kararlı onurlu bir yüreğin hüzünlü macerasıdır. Doğru seçimi yapmaya çalışan yaşlı Sinağrit’in o yürek burkan öyküsü; olgunluğun en yüksek noktalarına varmış, deneyimlemenin bütün inceliklerini bilen bir insanın bile, insana dokunurken her an yanılmaya ne denli açık olduğunun yargısız ve doğal anlatımıdır.
Bize hayatın o büyük denizinde, dülger balığı, topal martı… ve domates yetiştiren insana yepyeni bir bakış sunar Sait Faik. Devrimciliği buradadır işte! İnsani olanı, önyargısız gösterir, ‘öteki’ne yabancılaşmadan, bir diğerini ‘ötekileştirmeden’, içten ve derin bir sevgiyle…
Söz Açınca
…
Dülger balığı
O canavar görünüşlü
O uysal balık.
O sandallar, o tavşanlar, o motorlar
Hepsi hepsi gelecekler.
Deniz diplerinden yakamozlar
Dikenleri batan süngerler
Hepsi hepsi gelecek.
Benim için konuşmaya, dinlersen
Onlara da açtım bu sevdadan.
…
Mahkeme Kapısı öyküleri, Bisiklet Hırsızları’ndaki o cümlenin sanki yinelenişidir: Bir çocuk bisiklet çalıyorsa, sorun bisiklet değil, çocuktur…
Suç ve suçlu kavramına, insanı yanına alarak bambaşka bir duyarlılıkla yaklaşır. Görünenin arkasındaki gerçek insanı arar, her suçta ve suçluda…
Çağının ürünü olan insanı keskin ve derin bakışıyla olduğu gibi gören ve onu anlatmak için onun adına çıldırmayı göze alan Sait Faik, en olmaz duygularını okuyucusuyla yalansız paylaşmıştır:
YEİS
Akşamüstleri geliyor
Tam insanlar işten çıkarken.
Salkım salkım tramvaylardan
Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor
Namussuz, akşamüstleri geliyor.
…
Sormalı şimdi, bu büyük ustaya yine bir büyük ustanın, Bilge Karasu’nun haykırışıyla: İnsan bunları yazmakla çıldırmaktan kurtulur mu?
Bana kalırsa: Yazmak ölmemektir.
Yelda Karataş



